Ntv Bilim Dergisi Haziran Sayısı

Haziran 3, 2009

Ntv Bilim Dergisinde Bu Ay: Haziran Sayısında Neler Var?

Bu sayının kapak konusu;
Katil Virüs Pusuda…

İçindeki Diger Konularda Sırasıyla;

Not: Eger bu konulardan merak ettiginiz veya hemen nasıl okuyabilirim dedğiniz varda buraya bir yorum bırakmanız ve konunun adını belirtmeniz yeterli, ayrıca sağ üst köseden mail listemize kayıt olarak düzenli olarak yazıları takip edebilirsiniz.

Omega-3 Nedir, Ne İşe Yarar?

Haziran 2, 2009

Hem Omega-3 hem Omega-6 besinlerle birlikte alınması gereken normal gelişimi destekleyen yağ asitleridir.  Omega-6 cilt ve bobrekler için daha yararlıyken, omega 3’ün esas etkisi sinir sistemi ve dolasım sistemi üzerinedir. 

Omega-6’nın vucutta omega-3 sentezini yavaslattığı ve metabolizma ürünlerinin fazlasının da zararlı olabildiği biliniyor. Bu nedenle diyetisyenler, daha cok omega-3 tüketimine agırlık verilmesini öneriyorlar. 

Omega-3 yağ asitlerinin çok sayıda tipi vardır. DHA ve EPA omega-3 asitleri, kalp rahatsızlıklarını önleyici etkisi bilinen en önemli ikisidir. Bunun dısında, kan basıncını düşürücü, damar saglıgını iyileştirici, kandaki pıhtılasmaları çözücü, yangı (inflamasyon) giderici ve kan dolaşımını hızlandırıcı etkileri de görülüyor. Depresyon ve anksiyete gibi zihinsel hastalıkların tedavisinde de destekleyici özellik taşıyan omega-3 yağ asitlerinin prostat kanserinde tümör gelişimini yavaşlatıcı etkisi de gösterilmiş durumdadır.

Som balığı, ringa, uskumru, sardalye ve hamsi gibi soğuk sularda yaşayan yağlı balıklarda bol miktarda omega-3 bulunuyor. Bu balıklar, omega-3 bileşenlerini yedikleri alglerden alıyorlar. Dolayısıyla, bu alglerin tüketimi de omega-3 almak için yeterli. Ancak tavuk yumurtası, süt, peynir, ceviz, çilek, brokoli, semizotu gibi besinlerle de omega-3 bulunuyor.

Sauropodlar- Dev Dinazorlar

Mayıs 31, 2009

Sauropolar, boyutları açısından dünyada yürümüş en büyük canlılardı.Sauropodlar devasa boyutlarına ve otobur olmalarına rağmen yeryüzünde 100 milyon yılı aşkın bir zaman boyunca gezegenin devleri olarak varlıklarını sürdürdüler.Hızlı metabolizmalarına rağmen Sauropodların nasıl olup da 100 milyon yıl soylarını devam ettirebildikleri uzun süre bilim dünyasında tartışıldı.Yeni bulgular bu gizemi çözüyor…

İster otçul,ister etçil olsun,tüm dinozorlar yumurtlayarak çoğalırlar.Dinozorlar bir seferde çok sayıda yumurta bıraktıklarından bazı türlerin yaptığı yuva koruma ve yavru bakımı olmadan bile sayıları çok daha hızlı çoğalabiliyorlardı.Bu da Sauropodların 100 milyon yıl boyunca varlıklarını sürdürüp çeşitlenmelerinin başlıca nedeni olarak görülüyor.

brianrhoeto-sauropod

Sauropodlar yırtıcı etçiler karşısından varlıklarını ürkütücü boyutları ve bu boyutlara hızla erişebilmeleri sayesinde koruyabiliyorlardı.Etçilerin dev boyutlara ulaşabilmesiyle çok sayıda Sauropod yumurtasının ve yavrunun onlara neredeyse tükenmez bir besin kaynağı sunmasına bağlanıyor.
Sauropodlar,ağaç tepelerinden otlamaya uygun uzun boyunları üzerindeki kafalarını ağırlaştırmayacak küçük dişlere sahiptiler.Silindir biçimli uçu küt dişler,jura döneminin sert lifli bitki ve yapraklarını koparıp yutmalarını sağlıyordu.Bu bitkilerin besin değeri düşük olduğu için Sauropodlar çok büyük miktarlarda bitkiyi sürekli olarak sindirmek zorundaydılar.Birçok dinozor fosilinin mide bölgesinde bulunan cilalanmış taşların bu dev hayvanların çiğnemeden yuttukları bitkilerin öğütülmesinde yardımcı olmak üzere yutulduğu düşünülüyor.Sauropodların ,güçlü kaslarla donatılmış midelerinde bu taşlar yardımıyla püre haline getirilen besinin daha sonra bazı otçul memelilerde bulunan işkembe benzeri bir ön bağırsakta bakteriler yardımıyla sindirildiğine inanılıyor.
Sauropodlar çok çabuk büyüyorlardı ve 20-30 yıl için de yetişkin boyutlara ulaşıyorlardı.Tabii bu da hızlı bir metabolizma gerektiriyordu.Ancak aynı zamanda bu, aslında aşırı ısınma gibi bir sorunun ortaya çıkmasını gerektiriyordu.Yani yetişkin olduklarında metabolizmalrı yavaşlıyordu.Günümüz hayvanlar aleminde böyle bir şey gerçekleşmemektedir.Bilimcilere göre bu farklı faktörler Sauropodları eşsiz ve uzun yıllar yeryüzünde hakimiyetini sürdürmüş bir canlı yapıyor.Şu ana kadar hiçbir memeli grubu dünyada böylesine üstün bir hayatta kalma rekoru elde edememişti.

Hello world!

Mayıs 17, 2009

Welcome to WordPress.com. This is your first post. Edit or delete it and start blogging!

Semantik Web

Mayıs 15, 2009

Tim Berners-Lee, 13 Mart 1989’da, elinde bir proje teklifi dosyasıyla Avrupa Nükleer Araştırmalar Merkezi’nin (CERN) koridorlarında yürüyordu.Berners-Lee’nin CERN’den destek almayı başaran bu alçak gönüllü projesi ona beklediğinden çok daha büyük bir başarı getirdi. 20 yıl önce o gün, o koridorlarda, bugün internet üzerinden bilgi paylaşımını sağlayan World Wide Web (www) servisinin temelleri atılmış oldu.

İngiliz yazılım uzmanının elindeki dosyada, bilgi paylaşımını sağlamak ve iletişimi kolaylaştırmak için kurulabilecek bir bilgisayar ağını anlatan bir proje teklifi vardı. Bötlece, İsviçre sınırı yakınında bulunan parçaçık fiziği laboratuvarının araştırmaları tüm CERN çalışanları tarafından yakından izlenebilecekti. Tim Berners-Lee, 1980’ler boyunca “Tangle” adıyla bilinen bir yazılımla uğraşmış, bu yazılım sayesinde de CERN’de çalışan araştırmacıları, yürütülen projeleri ve bilgisayarlarda yaşanan sorunları izleyebilmişti. Bu sistemi biraz geliştirebilmek, araştırmacıların, kendi bilgisayarları başında değilken bile veri paylaşabilmelerini sağlayacak bir sistem kurmak istiyordu.

İnternet o yıllarda yalnızca belirli kişiler tarafından kullanılıyordu ve FTP ya da e-posta gibi uygulamalarla sınırlıydı. İnternet ve hypertext bilgisi bulunan Berners-Lee, projesi için CERN’den aldığı destekle, hypertext ile interneti ilişkilendirebilmek için çalışmaya başladı. Üç ay içinde sistemin bileşenlerinin kodlarını yazdı: bir bağlantıya tıklamanızı ve o bağlantıya gitmenizi sağlayan HTTP, bu bağlantının gittiği belge ya da sayfaya erişim adresi olarak görev yapan URL ve belge ya da sayfalara bağlantıların girilebilmesini sağlayan HTML.

Meslektaşları Robert Cailliau ve Nicola Pellow’un da yardımıyla basit bir web tarayıcı geliştiren Berners-Lee, 1990’ın Noel gecesinde (25 aralık) ilk kez internet üzerinden bir sunucuya bağlanmayı başardı. Ekibin karşısında, dünyanın ilk web sayfası olarak, CERN’in telefon listesi klasörü duruyordu. Dünyanın böylece tanışmış olduğu “www” ağı, 1993’ten sonra yaygınlaştı. Berners-Lee’nin bir isteği de bu “Dünyayı bağlayan ağ” ın herkes tarafından ve ücretsiz olarak kullanılmasıydı; ama bazı şirketlerin bu hayaline ters düşecek işler de yapabileceğinin farkındaydı. Bunu engelleyebilmek için esas işi parçaçık fiziği konusunda çalışmalar yürütmek olan CERN’den ayrıldı ve 1994’te W3C (dünya çapında ağ birliği) vakfını kurdu. Bu girişiminin insanlık kültürüne katkısından dolayı, 2004’te Britanya Kraliçesi tarafından “sir” ünvanına layık görüldü. Aynı yıl, dünyanın en prestijli teknoloji ödülü sayılan Millenium Technology ödülü de kendisine verildi.

Çok zengin ya da çok tanınmış biri olmamaktan ötürü mutluluk duyduğunu belirten Tim Berners-Lee hala bu derneğin başkanlığını yürütüyor; bu arada MIT ve Southampton Üniversitelerinde de araştırmacı. Günümüzde www servisini kullanarak yayın yapan 80 milyon kadar internet sitesinin hepsi de ona çok şey borçlu.

Sementik Web

Mayıs 15, 2009

Tim Berners-Lee, 13 Mart 1989’da, elinde bir proje teklifi dosyasıyla Avrupa Nükleer Araştırmalar Merkezi’nin (CERN) koridorlarında yürüyordu.Berners-Lee’nin CERN’den destek almayı başaran bu alçak gönüllü projesi ona beklediğinden çok daha büyük bir başarı getirdi. 20 yıl önce o gün, o koridorlarda, bugün internet üzerinden bilgi paylaşımını sağlayan World Wide Web (www) servisinin temelleri atılmış oldu.

İngiliz yazılım uzmanının elindeki dosyada, bilgi paylaşımını sağlamak ve iletişimi kolaylaştırmak için kurulabilecek bir bilgisayar ağını anlatan bir proje teklifi vardı. Bötlece, İsviçre sınırı yakınında bulunan parçaçık fiziği laboratuvarının araştırmaları tüm CERN çalışanları tarafından yakından izlenebilecekti. Tim Berners-Lee, 1980’ler boyunca “Tangle” adıyla bilinen bir yazılımla uğraşmış, bu yazılım sayesinde de CERN’de çalışan araştırmacıları, yürütülen projeleri ve bilgisayarlarda yaşanan sorunları izleyebilmişti. Bu sistemi biraz geliştirebilmek, araştırmacıların, kendi bilgisayarları başında değilken bile veri paylaşabilmelerini sağlayacak bir sistem kurmak istiyordu.

İnternet o yıllarda yalnızca belirli kişiler tarafından kullanılıyordu ve FTP ya da e-posta gibi uygulamalarla sınırlıydı. İnternet ve hypertext bilgisi bulunan Berners-Lee, projesi için CERN’den aldığı destekle, hypertext ile interneti ilişkilendirebilmek için çalışmaya başladı. Üç ay içinde sistemin bileşenlerinin kodlarını yazdı: bir bağlantıya tıklamanızı ve o bağlantıya gitmenizi sağlayan HTTP, bu bağlantının gittiği belge ya da sayfaya erişim adresi olarak görev yapan URL ve belge ya da sayfalara bağlantıların girilebilmesini sağlayan HTML.

Meslektaşları Robert Cailliau ve Nicola Pellow’un da yardımıyla basit bir web tarayıcı geliştiren Berners-Lee, 1990’ın Noel gecesinde (25 aralık) ilk kez internet üzerinden bir sunucuya bağlanmayı başardı. Ekibin karşısında, dünyanın ilk web sayfası olarak, CERN’in telefon listesi klasörü duruyordu. Dünyanın böylece tanışmış olduğu “www” ağı, 1993’ten sonra yaygınlaştı. Berners-Lee’nin bir isteği de bu “Dünyayı bağlayan ağ” ın herkes tarafından ve ücretsiz olarak kullanılmasıydı; ama bazı şirketlerin bu hayaline ters düşecek işler de yapabileceğinin farkındaydı. Bunu engelleyebilmek için esas işi parçaçık fiziği konusunda çalışmalar yürütmek olan CERN’den ayrıldı ve 1994’te W3C (dünya çapında ağ birliği) vakfını kurdu. Bu girişiminin insanlık kültürüne katkısından dolayı, 2004’te Britanya Kraliçesi tarafından “sir” ünvanına layık görüldü. Aynı yıl, dünyanın en prestijli teknoloji ödülü sayılan Millenium Technology ödülü de kendisine verildi.

Çok zengin ya da çok tanınmış biri olmamaktan ötürü mutluluk duyduğunu belirten Tim Berners-Lee hala bu derneğin başkanlığını yürütüyor; bu arada MIT ve Southampton Üniversitelerinde de araştırmacı. Günümüzde www servisini kullanarak yayın yapan 80 milyon kadar internet sitesinin hepsi de ona çok şey borçlu.

Dünya Tohum Mahseni

Mayıs 11, 2009

Norveç’in Spitsbergen adasında bulunan Svalbard Küresel Tohum Mahseni, şubatta açılışının birinci yıldönümünü kutladı. Dünyanın dört bir yanındaki bitki türlerine (ve ırklarına) ait tohumları yeraltında saklamak üzere kurulan tohum bankasında bir yıl içinde toplanan tohumların sayısı 200 milyona yaklaştı.

Kanada, İrlanda, İsviçre, ABD, Suriye, Meksika ve Kolombiya, birinci yıl kutlamalarına armağan olarak kendi ekin koleksiyonlarından derledikleri yüzlerce bitki türüne ait yaklaşık 4 ton yeni tohumu da bankaya gönderdi. Bu tohumlar, gerektiğinde (herhangi bir nedene bağlı olarak tarımsal üretim tehlike altına girdiğinde) türler üzerinde çeşitli çalışmaların yapılabilmesi için saklanıyor. Birçok ülke ve gen bankası, bu yıl içinde Svalbard ile anlaşma yapmaya ve tohum koleksiyonları göndermeye hazırlanıyor.

Ödüllü Robotlar

Mayıs 11, 2009

Sabancı üniversitesi mühendislik ve doğa bilimleri fakültesi öğrencileri, Makedonya’nın Üsküp kentinde The Institute of Electical and Electronics Engineers (IEEE) ve BEST Skopje -Üsküp- tarafından bu yıl ilk kez düzenlenen RoboMAC 2009 dan, tasarladıkları robotlarla ödül alarak döndüler.

Katılımcılar, RoboMAC 2009 da tasarladıkları robotlarla dört ayrı kategoride yarıştılar.Kategoriler:

Swarm intelligence(sürü zekası): İki robotun koordine olarak tek başlarına yapamayacakları bir görevi grup halinde yerine getirebilmesi.

Maze (labirent): Bir robotun insan müdahalesi olmadan labirentten çeşitli arama algoritmaları kullanarak çıkması.

Sumo: Bir ringde bulunan iki robotun sensörlerle diğerini algılayıp ringin dışına atmaya çalışması.

Humanoid (insansı): İnsan görünümlü bir robotun düşmeden çeşitli insan hareketleri yapmaya çalışması.

Yarışmaya çeşitli ülkelerden katılan 100 öğrenci, önce etkinlikler kapsamındaki konferanslara katıldı, arkasından arta kalan 5 yarım günlük süreçte RoboMAC 2009’da yarışacakları robotları tasarladı. Sabancı Üniversitesi mekatronik mühendisliği programı öğrencilerinden Serhat Dikyar ve Taylan Ayken, robotikte çok popüler bir konu olan “sürü zekası” kotegorisinde ikinciliği, elektronik mühendisliği programı öğrencilerinden Çağla Çakır, Burak Erbağcı ve Zafer Tevfik Özcan ise “labirent” kategorisinde dördüncülüğü elde ettiler.

Cep Dinazoru

Mayıs 11, 2009

Paleantologlar, Kuzey Amerika’da şimdiye dek bilinen en küçük dinozor fosilini ortaya çıkardı:50 cm boyunda ve yalnızca 2 kilogram ağırlığında, yani evcil bir kedinin neredeyse yarısı boyutlarında!

Üstelik bu cep dinozoru etçil. 75 milyon yıl önce yaşadığı düşünülen bu canlıya Hesperonnychus elizabethae adını veren araştırmacılar, dinozorun iki ayağı üzerinde koşarak hareket eden yakın akrabası Velociraptor’un bir minyatürü gibi göründüğünü söylüyorlar. Bu nedenle de, vücut sıcaklığının onunki gibi sabit ve vücudunun da kuş tüylerine benzer tüylerle kaplı olduğu düşünülüyor.

İnce uzun yapılı bu minik dinozorun ustura görünmündeki keskin pençeleriyse, bir madeni paradan daha küçük! Zamanının çoğunu yiyebileceği küçüklükte avların peşinde geçirdiği düşünülen dinozor, Kretase Dönemi’nin sonlarını yansıtan resmi de değiştirdi. Günümüzde küçük boyutlu etçillerin büyük boyutlu etçillerden daha fazla olduğu gerçeğini vurgulayan araştırmacılar, o dönemde küçük boyutlu etçillerin ortamda bulunmayışını başından beri tuhaf bulduklarını söylüyorlar. Bu fosilin keşfi, araştırmacılara hem düşüncelerinin doğruluğunu gösterdi, hem de Hesperonychus’tan çok daha küçük dinozorların yer katmanları içinde bulundukları olasılığını gündeme getirdi.

Küçük dinozorlara ait fosillerin zor bulunmasının nedeni, bu canlılarda kemik içinin de tıpkı kuşlardaki gibi oyuk olması. İçi boş olan kemikler, toprak altında ya da kayaçlar içinde uzun süreler boyunca kalamıyor.

Asabi Şempanze

Mayıs 11, 2009

İsveç’teki Lund Üniversitesi araştırmacıları, hayvanların da geleceğe yönelik planlar yapabildiğine dair kuşkusu olanlara, istedikleri kanıtı sunuyor. Bu değerli kanıtı araştırmacılara veren, hayvanat bahçesinde yaşayan bir erkek şampanze. Son derece sakin ve ne yaptığını bilir bir edayla taş biriktirip, onları küçük diskler halinde dizip, zamanı geldiğinde de kullanıma sokuyor.
kullanım amacı ise gelen geçen ziyaretçilerin kafasına atmak.

“Gözlemlerimiz, bizim dışımızdaki primatların da oldukça karmaşık planlar yapabildiğini söylüyor.” diyen araştırmacı Matihas Osvath, bu davranışların oldukça gelişkin bir bilincin kanıtı olduğunu da sözlerine ekliyor. Bu tür davranışlar daha önce gözlenmemiş değil elbet. Ama hayvanların araştırmacıları ikna edememelerinin nedeni, bu “planlama davranışı” nın anlık bir gereksinime mi karşılık verdiği, yoksa uzun dönemli mi olduğu konusunda yeterli ipucu verememeleri. Araştırmada ki şempanzeyi farklı kılan, taşları fırlatırkenki bariz öfkesine karşılık, toplarken oldukça sakin görünmesi. Araştırmacılar, doğal ortamdaki şempanzelerin bu konuda çok daha başarılı olacaklarını söylüyor; özellikle yaşamları büyük ölçüde buna bağlı olabileceği için.